İstanbul’un ruhunu sanata yansıtıyor

İstanbul’un ruhunu sanata yansıtıyor

Evrim Altuğ- İstanbul Çağdaş (İM), ziyaretçilerine kapılarını eski adresinde ancak yeni konutunda tekrar açtı. ‘Türkiye’nin birinci çağdaş ve çağdaş sanat müzesi’ sıfatı ile 11 Aralık 2004’te, İstanbul Tophane’deki Antrepolar alanı, dört numaralı yapıda kurulan müze, orijinal bir dizayna kavuşmak adına izleyicileriyle âdeta gün sayıyordu. Kurum bu süreçte, Tepebaşı’ndaki tarihî bir Beyoğlu yapısında, yeniden süreksiz stant ve etkinlikleriyle konaklıyordu.

Halka açılışı 4 Mayıs’ta yapılan 10 bin 500 metrekarelik yapı bu sefer, Paris’teki çağdaş sanat merkezi ve müzesi Centre Pompidou ile ABD’deki New York Whitney Amerikan Sanat Müzesi’ne emeği geçen İtalyan mimar Renzo Piano’nun kurucusu olduğu Renzo Piano Building Workshop – RPBW imzasıyla tasarlandı. Perşembe günleri yeniden fiyatsız olan İM’in resmî açılış merasiminin ileri bir tarihe alındığı açıklandı.

Tophane’deki yeni müzenin kıssası Ümit Mesci küratörlüğünde “Yerin Ruhu” isimli özel sergiyle izlenime sunuldu. Bu standa kıdemli deklanşör Cemal Emden’in binanın tekrar doğuş sürecini objektifiyle kayıt altına aldığı “Mimarinin İnşası” isimli bir fotoğraf standı refakat ediyor.

Yeni yapının fiyatsız giriş katında, kütüphaneye komşu alanda açılan “Yerin Ruhu” standı, Renzo Piano’nun referans yapıları ve ruhu üzerine kurulmuş bulunuyor. Buradaki bir görüntüde Ceneviz 1937 doğumlu ‘Maestro’ (üstat) Piano’nun verdiği söyleşide yapı ve mimarlık anlayışı üzerine kelamlarına de yer veriliyor. Piano’nun şu tabirlerine dikkat çekiliyor: “Benim için ışık ve su bir yere has, onun ruhunu oluşturan kolay nitelikler – Latince tabir edildiği üzere, ‘Genius Loci’ (Yerin Dehası). Sanırım, her yerde sadece oraya has ögeler olur. Bunlar, maddi olmasalar bile onları bazen mimarlıkta gereç üzere kullanırız. Üstelik Boğaziçi’nde, İstanbul’da bu ruh her yerde, saklanıyor. Sanırım o ruhu arayıp bulmak gerekiyor. Bunların liman, su ve ışık olduğu aşikârdı.”

Müze ayrıyeten Olafur Eliasson’un yere has, optik sanatı kentsel mimari ve sayısal uzaya dair metafizik göndermelerle sentezleyen “Senin beklenmedik seyahatin” isimli yapıtıyla da göz dolduruyor. Eser, bina merkezindeki merdiven boşluğunda farklı katlara yayılarak, izleyiciye dinamik bir müze tecrübesi sunuyor. Stant ve müzeye has yapıt demişken, yapıda Refik Anadol’un “Sonsuzluk Odası: İstanbul Boğazı” isimli yere mahsus yerleştirmesi ise İstanbul Boğazı’ndaki anlık meteorolojik dönüşümle ilgili bilgi ve temalara odaklanıyor. Yapıt, 360 derece aynalı bir odada anlık dataları dijital teknolojiler kullanarak işliyor; hareketli görseller yaratıyor.

Özgürlük bahçesi

Bunun gibi merhum Hüseyin B. Alptekin imzalı, 2011 tarihli, Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı Koleksiyonu’ndan İM’ye uzun vadeli ödünç “Arzunun Yakınlığı” yerleştirmesi de İstanbul’un ‘beynelmilel’ ruhuna akustik ve hınzır bir iltifat olarak İM’de yine burun sızlatıyor, göz dolduruyor. Müzenin çevresel aktiflik alanı ise Adrián Villar Rojas, Richard Deacon, Anselm Reyle, Yılmaz Zenger ve Selma Gürbüz ile Anthony Cragg ve Richard Wentworth’ün kattığı yapıtlarla sanatının özgürlük bahçesi hâline getiriliyor.

8 şiddetli zelzelesi kaldırabilir

İstanbul Modern’in üç boyutlu biçimlendirilmiş alüminyum panellerle kaplı cephesiyle, günün her saati çatısında değişen güneş ışığı ve sudan gelen yansımalarla ışık ve gölge oyunları, “Yerin Ruhu”nu bize basın ön izlemesinde etraflıca açıklayan stant küratörü Mesci’nin de gündeminden çıkmıyor. Mesci, müzenin mimari kimliğini ve sergiyi şöyle özetliyor: “Temel kaygı, giriş katında olabildiğince şeffaf bir mimarinin oluşturulabilmesi. Yapının o denli çok karmaşık olmak üzere bir sıkıntısı yok. Bu biraz da, ziyaretçi odaklı olma kaygısı ile şekilleniyor. İkinci temel konu, yere karşılık veren, tepemizdeki dev yansıtma havuz.  Boğaz’ı bir halde binanın üstüne taşıyarak, yapının etrafıyla nasıl etkileşim kurduğunu mimari bir jest ile tabir etmek olarak anlatılabilir. Buradaki iki kat yüksekliğindeki kolonları da tutmak çok güç. Çaprazlar muhtemel bir zelzelede denetimli bozulacak halde tasarlanıyor. Büyük bir zelzele olduğunda, onlar çok yamulurken, geri kalan yapıya bir şey olmuyor. Yani bina, diyelim ki bir sekiz şiddetini, çok rahat kaldırabiliyor.”